Kabuk, bir şeyi örten, kaplayan, sert yapısı ile koruyan, bazı durumlarda besleyen olarak bilinir. Tıp, zooloji, gökbilim gibi alanlarda kabuk aynı anlam ile kabul görmektedir. Yaranın kabuk tutması iyileşme anlamına geldiği için kabuk, edebiyatta da zengin bir içerikle yerini bulmuştur. Eğitim amaçlı yapılan filmlerin bazılarına konu olan kabuk, insanın kabuğunu kırıp dış dünyaya uyum sağlamasını da çağrıştırır.
Yine bir sinema yapımı olan 'Deniz Kabuğundan Gemiler Yapmak' adlı filim de hayallerin peşine gidebilmeyi aşılar. Bu sebeple, sahip olduğu mecaz anlamıyla psikolojide de yeri bulunur. Tüm bunlardan anlaşıldığı üzere yaşamın birçok alanında kendine mana bulan kabuk, asıl ifadesiyle bir iç taşıdığını vurgular. Ağaç kabukları ve ağaçlarda yetişen meyvelerin sahip oldukları kabuklar. Hem yenebilen hem de soyulan kabuklar. Örneğin bir portakalın kabuğuyla hasıl olan rayihası. Portakalı kesince yayılan o muhteşem kokudan bahsetmek kabuktan geçer mesela. Bir yara, nasıl bu kadar müthiş bir rayiha salabilir etrafa? Kimdir, kimin nesidir bu portakal da böyle ruhlarımızı mest-ü revan eyler kendine? Edebiyatta oluşan kabuk, en çok içinden, yarasından söz ettirir. Bir şairin sözlerinde olduğu gibi:
'Onulmazım, gül kirazım, içten içe kanayansın. Aklım dökülse denize. Deniz de kana yansın !'
Deri üzerinde oluşan kabuklar geçmişte var olan bir yarayı resmetse de varlığının koruyuculuğunu değiştirmez. Deri özüne dönene kadar yaranın kuruyup yok olması kendisiyle oluşur.
Hayvanlar aleminde kabuğun tam tersi bir yeri vardır. Burada kabuğun sert, besleyen ve muhafaza eden halinden sonra çatlayıp kırılacak kadar hassas olmasıdır. Yumurtlama yaparak üreyen hayvanların dünyasında kabuğun kırılması bir doğumdur. Kabuğunu kıran yavrular hayata gözlerini açmış olması da elbet bir portakal kabuğu kadar düşünülesi bir şeydir.
Kabuklardan bahsetmek özünden de bahsetmek demektir. Kabuklar ve özleri hakkında birçok bilimsel araştırmaların yanı sıra olayı manevi anlamda derinlemesine inceleyen kitaplar mevcuttur. Bu noktada Halil Cibran'nın 'Kabuklar ve Özler' adlı kitabını göz önünde bulundurabiliriz. Kitapta geçen ' kanayan yaralarıma dokunmadan beni tasasız sanma' cümlesiyle öze inmenin bir eylem gerektiğini anlayabiliyoruz. Kitabın arka kapağında mevcut olan cümleler bize her zaman daha derine gidilmesi gerektiğini bildiriyor. Hiçbir acının, sızının duruşu içerdeki kanamayı hakkıyla yansıtmaz olduğunu yine zahiri kabuklardan öğreniyoruz.